21 Kasım 2011 Pazartesi

Yedi Göller


Yedi gölün, yedi ayrı hikâyesi vardı, aynı biz insanlar gibi. Ben yazamadım… O ıssızlığın hissettirdikleri ve sadeliğin gerçekliği karşısında sadece susmak düştü bana. Bizlere ait olanın ve bizim ait olduğumuzun aslıydı orada olan. Bazılarımız anladı, bazılarımız anlamadı…



Gölün üzerine dökülen yaprakları kaybolmuş insanlara benzettim, ağaçların kaybettikleri ama gölün kazandıklarıydılar… Dönüşüm devam ediyordu, kazanıp kaybediyorduk hayatı, başlayıp bitiriyorduk, konuşup susuyorduk… Sonra sarıların ve yeşillerin arasında saf beyazlar vardı…



Soğuktu, yalnızdı yedi göller. Ayrı hikâyelerini paylaşmamış, konuşmamış, konuşamamışlardı. Karanlık bastı ve biz tüm saflığı ardımızda bırakıp geri döndük. Uzun bir yol ve uzun uzun anlatılacak hikâyelerle…



Ben bir gün mutlaka tekrar gideceğim oraya. Ama bu sefer sonbaharda değil, ilkbaharda…


2 Kasım 2011 Çarşamba

Meryem Ana, Hayat



Meryem Ana gezimizde aklıma gelenleri dönüş yolunda hızlıca defterime not ettim. Parmakları kırılmış bir heykelin bana düşündürdükleri şöyle oldu;

Zamanın biriktirdiklerini hiçbir şey biriktiremiyor değil mi? Yaşanmamış aşkları ve dostlukları geriye getiremiyorsun… Akan zamana karşı yapabildiğin hiçbir şey yok, tek gerçeğin var, öleceğini bile bile yaşamak… Mutlu olmaya çalışmak, hayaller kurmak, amaçların için çalışmak, ne için tüm bunlar diye sormak ara ara… Olumsuzluklara ve yaşanan acılara göğüs germek ne pahasına olursa olsun. Denemek, yenilmek, yıkılmak, ayağa kalkmak, düşmek, tümü yaşama dair. Hayatta yaşadıklarımızın tümü hak ettiklerimiz değil, bunu öğrenmek gerekli. Hayat bir elimizin parmakları gibi, başparmağı ben yaptım diyelim, diğer parmaklarımı da farklılıklar. Sonunda eli kontrol etmek de, yönetip, yönlendirmek de benim sorumluluğumda. Nasıl ama ??? Adil değil sonra hayat, hiçbirimize eşit değil, tek ve bir doğru yok, ne siyah ne de beyaz her şey… Sonsuz anlamlar yüklemek boşuna. O anlamı sadece ‘erdemli olan kendi’ ne yüklemek gerek…