22 Temmuz 2012 Pazar



 
Doldu,oldu.

Yandı,andı.

Bendi,endi.

Döndü,öndü.



Geldi,eldi.

Sevdi,evdi.

Kaldı,aldı.

Kendi,endi.






Yardı,ardı.

Sendi,endi.

Bizdi,izdi.

Soldu,oldu.






Hiçti,içti.

Baktı,aktı.

Saydı,aydı.

Değdi,eğdi.



Kimdin?

Kimdim?

Kimdik?

Birdik!


Özge Yavuz

20 Haziran 2012 Çarşamba


To the little child;

With your dark black eyes

You are looking to the future from the past,

What is waiting for you?

Without knowing…
( Gabriel Brau / written by Özge Yavuz for the photo)
How many times will you love?

And how many times will your heart be broken?

How many pains will be waiting for you at the corner?

And what days

Will you pray for?

Now is the time for hope, do not forget this,

Because as long as you hope, your heart will grow…

......................................................................................................................................................................


Küçük çocuğa;

Kapkara gözlerinle sen

Geleceğe bakıyorsun, geçmişten

Neler bekliyor seni?

Hiç bilmeden…


Kaç kez seveceksin?

Ve kaç kez kırılacak kalbin?

Kaç acı bekleyecek seni köşe başında?

Ve ne günler

İçin dua edeceksin?

Şimdi umut zamanı bunu sakın unutma,

Çünkü umut ettikçe büyüyecek kalbin…

   Özge Yavuz

1 Haziran 2012 Cuma

Yaşlı Kadının Öyküsü

Dün Çeşme’ye gittim. Durmuş, denizi izlerken, dalmışım, yanıma yaşlı bir kadın geldi. Sanki daha önceden tanıyormuşum gibi, ‘nasılsın?’ dedi. Şaşırdım, ‘iyiyim, siz nasılsınız?’ dedim. Cevap vermedi… Gel otur dedi yanıma. Kıramadım, oturdum. Sanki yüzümde düşüncelerim yazıyormuş gibi konuşmaya başladı. Onu ben mi çağırmıştım farkında olmadan? Kimdi? Neden konuşuyordu benimle uzun uzun? Sonra benim yaşımdayken yaşadıklarını anlattı bana. Öyle ardı arkası kesilmeyecekmiş gibi anlattı. Öyle acı bir çocukluk, başkaları için yaşanmış bir gençlik ve ümidini yitirmiş bir yaşlılık… Neden? diye hiç sormuyordu, sormayacaktı da. Kabullenilmiş bir yaşamın derin çizgileriydi üzerinde yürümeye çalıştığı. ‘Üzülme’ dedi, ‘Senin adına üzüldüm… Yaşadıklarından sorumlu olmuyor insanlar çoğu zaman, bunu da kimse anlamıyor. Ama sen yine de ümidini kaybetme, daha çok gençsin. Elimizden geleni yapmak gerek, sonrası mutlaka gelir.’ Düşündüm, demek o kadar belli oluyordu yüzümden. Bunu anlayanlar var mıydı başka? Vardı belki de ve mutsuz olduğumu düşünüyorlardı. Ama mutsuz değildim ben, sadece yorulmuştum biraz. Denemekten yorulmuştum…
Dört kardeşlermiş, üç kız bir erkek. Annesi o beş yaşındayken ölmüş, kendinden küçük kız kardeşi ve o hatırlamıyorlar annelerini. ‘İçimde hep bir şeyler eksik kaldı’ dedi, ‘Kimseler olamıyor onun gibi demek ki…’ Babaları bir daha evlenmemiş. Tutunmuşlar birbirlerine, öyle sıkı tutunmuşlar ki, kardeşlerin hiçbiri de evlenmemiş. Arkadaşlarından bahsetti sonra, hiçbir karşılık beklemeden yetiştirdiği, bakıp büyüttüğü komşu çocuklarından. Onların hayatlarından. Yaşayamadığı hayatını onlarda yaşamıştı ve yaşıyordu hala. Olmayan çocukları oluyordu, onları da bakıp büyütüyordu sonra… Mutsuz muydu? Bilmiyorum. Öylece yaşıyordu.
Ümidini kaybedince mutlu olur muydu insan? Ya da hayal kurmayı bıraktığında kendisi ile ilgili? Mucizeleri beklemek yorar mıydı onu? Her defasında yenileceğini bile bile mücadele etmek? Denemek ???...
Zaman tek gerçeğimizse neden sevmiyordu kendini? Kendinden başka her şeyi onca çok sevip, kollarken, neden kendini hep en sona bırakıyordu? Erdem için mi? Anlayamıyordum… O öteledikçe, zaman da, hayat da öteliyordu onu…
‘Herkesin bir hikâyesi var yaşayacağı.’ dedi. ‘Ne yazıldıysa o, ötesi yok…’ Seçimlerini yapmanın, karar vermenin, uzlaşmanın adını bile etmiyordu… Kimseye dayamıyordu kendini, taşıtmıyordu, suçlamıyordu, yargılamıyordu, yadırgamıyordu, yalan söylemiyordu… Ondan öylece durup dinledim onu, saygı duydum ‘ben buyum’ diyen, içten duruşuna. Güveniyordu, güveneceğini söylüyordu insanlara, ona yalan söyleyene kadar, pişman olana kadar…
Çok acıdı içim, gözlerim doldu, denize döndüm tekrar yüzümü. ‘Karanlık oldu’ dedim, ‘Ben gideyim artık, sizi de bekleyen vardır benim gibi…’ ‘ Ben buralardayım bu yaz’ dedi. ‘Yine karşılaşırız…’ ‘Görüşemezsek hoşçakal…’ diyerek hızla uzaklaştım, sonra tutamadım kendimi, ağladım, ağladım, ağladım…
         18 Temmuz 2011

3 Mayıs 2012 Perşembe

Yakın...


Issız bir fırtınanın
Arta kalan çığlıkları bunlar.
Odalar bomboş
Buğulu camlarda
Eski isimler
Bir bir yok olmuş.


Sisli korulukta
Yalnız insan hayalleri
Birbirine teğet geçen
Onca yaşam.


Bu evin geçirdiği
Bir ömür yıllar,
Uzun, kısa…


Geldiler ve gittiler,
Kimse sormadı arta kalanları
Hikâyelerini
Umutsuzluklarını


Çatı arasında sıkışıp kalmış
Birkaç sandık dolu yaşam
Hepsi bu.


Ben gidince
Bir tek yazdıklarım kalsın,
Gerisini yakın…


Ne buğulu camdaki isimler,
Ne koruluktaki hayalet
Ne de boş odalar kalsın benden geri

Yakın, hepsini yakın



                                               22 Ocak 2004
                                               Yalova

24 Nisan 2012 Salı

Bu Çocuk...



Çıkarın içimdeki bu çocuğu,

Ben başaramadım.

Olamadım sizler gibi,

Hep çocuk kaldım.

Öyle hayal dünyasında,

Ve öyle korunmasız…



Çıkarın içimdeki bu çocuğu,

Sadece gerçekleri konuşmayıp,

Biraz ‘gizli’ olayım,

Gerektiğinde susup sizin gibi,

Hep ‘gerektiğinde’ konuşayım…



Biraz yalan söyleyip,

Biraz da rol yapayım…

Bu bedende sıkışıp kalmış beni,

Özgür kılayım…



Çıkarın içimdeki bu çocuğu,

O zaman hayat daha kolay,

Ne siyahlar var,

Ne de beyazlar,

Mutluluk da gri,

Acılar da,

Ne dost her şey,

Ne de eskisi gibi ‘sahici’,



Çıkarın onu evet, çıkarın,

Artık ben de sizinleyim,

Maskelerim var çeşit çeşit,

Her biri birbirinden acımasız,

Ve her biri, gerçek ‘kesit’,…



Bırakın o da bulsun bir çocuk bedeni,

Gerçekleşsin çocukça olan

Gerçek hayalleri…



09.03.2012

6 Mart 2012 Salı

...


Siz orada ne kadar yalnızsınız,

Ve bir o kadar da gerçek hayatınız…

Ben çok aramıştım oysaki

Sokak sokak,

Kapı kapı,

Tüm içtenliğiyle sevginizi…



Eski taş evlerde,

Yıkık duvarlarında o mabedin,

İzleri hep var,

Yaşanmışlıkların,

Dize dize…



Siz orada ne kadar yalnızsınız,

Boş bir tren garında bir başına bekler gibi,

Ya da her hayalin peşinden ümitsizce koşar gibi…

Sesinizin tınısı söylüyor bunu,

Ben değilim anlatan, ya da farkında olan her şeyin…



Siz orada ne kadar yalnızsınız,

Aynı,

Bizim gibi…

                            17 Aralık 2011

22 Şubat 2012 Çarşamba

...


            Aşk bitti...

            Hep uzak, hep ulaşılmayan

            Hiç konuşulmamış aşk, bitti.


            Son baharın geldiği gün bitti aşk...

            Üşüdük hepimiz,

            Sorduk umarsızca;

            ''Neyi yitirdik?''

            İçimizden biri bile anlatamadı…

            Sustuk.


            Kaybettiğimiz onca sevgiydi aşk,

            Unuttuğumuz tüm dostlardı kucağında günbatımının;

            Birlikte uyuduğumuz

            Birlikte ağladığımız...


            Şimdi zamanın ellerinden tutup,

            Tüm geçmişi sorguluyoruz.

            Susup duruyoruz aslında;

            Yaptığımız pek bir şey yok…


            Aşk bitti...

            Dinginliğinde denizin,

            Küçük denizcinin şiirlerini yırtıp atıyoruz ufka doğru,

            Ve bekliyoruz,

            Bir gün belki aşk;

            Bize geri döner diye!


                                                    Özge Yavuz 15 Kasım 1999

20 Şubat 2012 Pazartesi

Ölünce sen, o yaşta kaldın,
Ben büyüdüm sessiz, sedasız…
Yaşanılanlardı bize ait olan,
Yalnız, öylece…

Şimdi geçen zamanın ardından,
Ne yapsak, ne söylesek boşuna,
Bıraktım artık isteyip de benim olmayanları,
Olamayanları…

Dedim ki kendi kendime
Biten her aşk
Ölen bir insan demek…

Şimdi istememem ondan eskileri,
Ne görmek, ne duymak, ne bilmek,
Siz hep öylece, orada olun,
Unutulmayan,
Unutulamayan…

8 Ocak 2012 Pazar

Zaman


Zaman akar,



Öyle ki bilemezsin sonunu,



Neye, kime değer,



Yaşadıkça öğrenirsin,



Ne bir başkası,



Ne de sen…







Öngörülmez zaman,



Barışmaz,



Hep küs kalır seninle,…



Kaçtığında peşindedir,



Takip eder, sessiz, sedasız,



Keşke, değişini duymaz,



Bildiği gibi kurar yarınını,







Ne çok söylenecek vardır oysa



Dinlemez zaman…







Karşısında durma ki onun,



Yalnız kalmayasın,



Biliyorsun yarından da yakın ölüm…







Erdemin zinciri asıldıysa bir kez boynuna,



Paylaşmadıkların biriktikçe,



Sessiz kalırsın…







Şimdi başka bir zaman,



Sana ne getirir bilinmez,



Ardında kaldıkça sözcüklerin,



ğümlendikçe boğazında sırların,



Susmadan peşine düştükçe ağladıkların,



Mecbursun artık, vazgeçip kabullenmeye



Var olmaya mecbursun!







Ne yazdıkça var olacaksın,



Ne de yarına kalacaksın,



Eğer aşarsa bilmediklerin bildiklerini,



Sanma ki bir tek sensin ardında duran



Yaptıklarının ve yapacaklarının…







Issız kabullenişlerin var,



Sözlerini, sözlerimi,



Bildiğin ne varsa anlat,



Senden ağır değil zamanı sözlerin,



Geçmişin…



Prangalarla bağlılık sözleri,



Yalan kadar gerçek bildiğin tüm hikâyeler,



Vardığında kıyısına ölümün,



Gördün, ne saftı hiçlik,







Bildiğin ne varsa anlat,



şe başında beklediklerinle geçti zaman,



Gerçekliği bilip de durmadın



Direndiğin anlar



Geri dönmeyecek bir daha



Tattığın her acının izi kalacak sende



Ben ne yapsam da değiştiremedim,



Ne bahşedilenler, ne de izler kaldı.



Şimdi söylemek çok kolay,



Siz bilmiyorsunuz unutulanları,







Bildiğin ne varsa anlat



Ve dursun zaman,



Bu sefer sadece senin için dursun,



Kimseler bilip söylemeden…



Bir başına var olsun,



Seninle ve saf dünyanla kimsenin bilmediği…